Pazartesi, Ağustos 30, 2010

Tolstoy'dan

"Aklıbaşında bir insan, kendisini, sınırsız bir kainatın bir parçası olarak, sonsuz bir zamanda yaşıyor görmek zorunda olduğunu anlar. Çünkü aklı, onu karşı konulmaz bir biçimde buna sevk eder('aklın yolu birdir' deyiminin sıradan algılanmaması üzerine mühim bir ifade) Dolayısıyla hayatın en küçük olayları karşısında, aklıbaşında olan insan, 'matematikte entegrasyon' denilen şeyi uygulamalı; yani hayatın bekleme kabul etmeyen meseleleriyle, bir bütün olarak algıladığı zaman ve mekanda, sınırsız kainatla ilişki kurmalıdır. İşta bu ilişki öz dindir. İşte bu yüzden din, aklıbaşında bir insan için gereklidir.

Cuma, Aralık 25, 2009

"variable interval"

'insanın doğma sebebi'. Bu metni okuyan kişi, sen doğduğun zaman hatta daha özde; sen ana rahmine düştüğün zaman, bir amaca hizmet için oluştu ya bu oluş….işte bu gizli kapaklı, tepeden tırnağa merakta bırakıp, bilinmezliği ile cezbedip, ardından tüm bu acizlik hissine rağmen tanımsız bir zevki zerk edip "var olmak ne müthiş bir şey" dedirtiyor ya, sinir mi olsa insan, rahatsız mı yoksa mutlu mu olsa bilemiyorum.

hayatın kendisi, her unsuruyla bir düzen(variable interval). Düzen derken; üç kağıtçı bir düzen bu. Arala o perdeyi, çık çıkabiliyorsan o kafesten.

İnsan bu tezgah içerisinde hem hayatın kendisi ile hem kendi hayatı ile bu sistem içinde debelenip duruyor, sırf o kafesi görmesi zorlaşsın, o perdeyi her varolan farkedemesin diye. Her adım neredeyse bu düzene hizmet eder vaziyette

mesela...

bu satıra kadar takip etmiş olan gözün sahibi, ben de senin gibi "doğdum", bunu unutmayalım. Sen ne yapıp ediyorsan, ben ne yapıp ediyorsam fena halde aynı olduğumuzun kanıtı, aynı işin işcisi olduğumuzun bir göstergesi bunlar. Sen mesela ne yapacaksan 27 Aralık ta örneğin, benim yaptığımdan hiçbir farkı olmayacak.

Hz. İsa ile Hitler arasında ne fark vardı ki yapıp etme ırgatlığı düşünüldüğünde...

Dağılmasın mesele. Ana rahmine düştün mü sen, işte o hal ve durum, ana rahmine düştüğün anın 1 sn. öncesi örneğin, 1 sn. sonrası...bunlar benim "iyi ki insanım" diyebildiğim inci tanelerim. Ben bu düzenin, bu tezgahın, bu sahnenin ve bu oyunun aşığıyım. Bundan daha güzelini görmedim henüz.
 


Çarşamba, Kasım 25, 2009

Saf varoluş, sadece varolmak

Mevlana bir küpten bahseder. Küpün içi boş ise suda yüzebilir aksi halde suya gömülür der. Küp ile insanı, su ile dünyevi telaşı benzeştirir. İnsan, içindeki dünyevi kaygıları boşaltmak zorundadır der.

Her ailede mutlak bir hayvan olmalı*. Ya da her çocuk hayvanlarla ilşkili büyütülmeli. Hayvanlardaki kendiyle barışık, huzurlu ruh halinin gözlemlenmesi mühimdir. Oldukça sakinleştirici olması yanı sıra insanın kendisini kıyaslamasına da imkan verir bu gözlem. Hayvanların bu kendine has normallikleri çoğu insanın servetle satın alamayacakları bir ruh halidir. Yukarıdaki küp örneği üzerine düşünüldüğünde, hayvan ile insan arasındaki yegane fark kendini açığa çıkarır; Hayvanlarda küp, neredeyse bomboştur. Onlar, sadece yapmaları gerekeni, yapmakla mükellef olduklarını icra etmek için savaşır, çırpınırlar. Ancak onların bizler gibi huzursuz, mutsuz, piiman ve karmaşık olduğunu söyleyebilir miyiz? Bunu bilemeyiz diyenler çıkabilir, ancak onları gözlemlemek sorunun cevabının zaten ortada olduğunu göstermektedir. Onlar boş bir küp ile huzurla su üzerinde yolculuklarını sürdürmektedirler. Her ne koşulda olurlarsa olsunlar.

Ancak insan, bunu başarmak için ciddi bir yönelim, odaklanma, ısrar ve disiplin ile, sağlam bir eğitim ile bu imkanı sağlamaya çalışmaktadır. Bir hayvanın sahip olduğu huzur ile insanın peşinde koştuğu küpünü boşaltma farkındalığı ve ardından gelecek olan çabası arasında çok büyük bir fark mevcut. Hayvan, bu kaygılardan ve bilinçten yoksundur. Bir hayvan küp, su ve suyun üzerindeki bu seyri ile alakalı bir bilincine sahip değildir ve bunun zevkinden ve acısından da mahrumdur. İnsan ise bunu bilebilen, hissedebilen bir yaratıktır. Farkedebilen ve o büyük hazzı yaşayabilendir.

İnsanın -hele hele günümüzde- küpü ağzına kadar doludur diyebiliriz. Ancak bunu boşaltmaları gerektiğini bilenler, boşaltmaya başlayabilenlerin hazzı, bu bilinç ve farkındalıktan mahrum bir hayvandan çok daha ötededir. İnsan denen yaratığın varoluş tecrübesinin seviyesi, kalitesi ve yoğunluğu işte bu nedenle çok daha yüksektir.

İnsan, bir hayvanı izlemelidir. Unun kaygısız ve olağan sudaki seyri gözlemlemelidir. Kendisini bununla kıyaslamalı ve kendisinde yüksek ihtimal göreceği seviyesizliği ve boşluğu farketmelidir.

İnsan farkedebilendir, hayvanlardaki erişilmez kendini bilme durum ve huzuruna yaklaşabilirse.



*Hayvanların kendi doğalarından uzaklaştırılmaları, kendilerini yaşama şanslarının ellerinden alınması bir tür zulümdür. Insan bu bencilliğe düşmeden, en uygun yöntemi bulabilecek zeka ve hassasiyete sahiptir. Bunun çok da başarılamadığının bir göstergesi olarak "pet shop" larda hayvan satışının durdurulmasının zorunlu bir insani görev olduğunu da ifade etmeliyim.

Cuma, Ağustos 07, 2009

Paul Klee

Bu dünyada kavranılamaz biriyim ben. Çünkü ölülerin arasında olduğu kadar, daha doğmamışların da arasındayım, yaratılışa, alışılmıştan biraz daha yakın ve yine de çok uzakta. {Bu şiir Paul Klee'nin (1879-1940) mezar taşında yazar.}

Klee, hayatı da şöyle tanımlar :

" Bir ressam, bir müzisyen, bir şair hatta bir romancı olabileceğimin farkındayım ama benim asıl arzum kendi benliğimi geliştirip bir "insan" olabilmektir. Aslolan kendini tanımaktır, bu da ancak ruhsal ben ile fiziksel beni ayırabilmekle mümkündür. Fiziksel ben, günlük işler peşinde olabilir ama ruhsal ben, işlemesi, üzerinde çalışılıp ortaya çıkarılması gereken,hissedilmesi,duyulması gereken yüce bir özdür. Bunun farkındalığı ile önce insan olunmalıdır yani kendini bilmek gerekir. Sanat ise o özün içinden kendiliğinden çıkacaktır."

Ayrıca Klee gençlik yıllarında yaşadığı yoğun cinsel buhrana karşın yine de tek bir kadınla hayatını birleştirmiş, herşeyi de o kadınla yaşamayı doğru görmüş ve ona "Sana çok şey vaad ediyorum, seninle beraber ahlaklı ve daha fazla insan olma sözü veriyorum" demiştir. (Not: Alfred Hitchcock'un da hayatında sadece tek bir kadın olmuştur. bu kadından önce de en ufak bir ilişkisi olmamıştır)

Yukarıdaki yazı "Kitap Zamanı" ekindeki Alphan Akgün imzalı yazıdan derlenmiştir.



Cuma, Temmuz 24, 2009

Deli deli sanıyor...

{ 4 Nisan 2009 4:30 A.M. } Bir aletle tanımlayamadığm bir şehrin içinde geziniyorum.İnsanların arasında hızlıca konum değiştirebiliyorum. Şehrin ışıklarını, sokak lambalarını, evlerin, arabaların ışıklarını kısıp açabiliyorum. Bu yeteneği ne zaman farkettim hatırlayamıyorum. İnsanların beni farketmediklerini sanıyorum, onlardan farklı bir durum mu bu diye düşünüyorum. Bir gencin yanına gidiyor, duruyorum. Omuzuna vuruyorum. Ama beni farkediyor! aniden dönüp bakyor. Telaşla selam vermek zorunda kalyorum. Kendimin şehrin delisi gibi hissediyorum, ardından öyle olduğunu düşünüyorum.

Cumartesi, Kasım 29, 2008

"Half Nelson"


Varolmanın acı olduğunu bilenler, kabul edenler ve anlatanların, uyuşturucunun çare olduğuna inanmaları, varolmanın aynı zamanda bir işkence olduğunun da kanıtı sayılabilir. Yalnızlık ise, bu farkındalığın çevrede yaydığı korkudan beslenir. Ve acının farkında olan insan, farkındalığının sonuçlarını, yalnızlığın acısını bile bile soğurur. Genellikle her gün, kimileri her solukta.

Vincent van Gogh, acaba 37 yaşında intihar etmeye karar verirken ne düşünmüştü? varolmanın aşağılık bir oyun olup bu aşağılanmaya son vermek gerektiğini mi yoksa farkındalığının sonuçlarına katlanamayacağını mı.

Half Nelson*'da yerdeki kedi maması görüntülendiğinde ne hissedersin kimbilir...

* : Yönetmen Ryan Fleck, başrolde Ryan Gosling

Pazartesi, Ağustos 11, 2008

Dr. Alan Fred Wolf

Dr. Alan fred Wolf'a göre Kuantum fiziği, atomaltı evrendeki enerji düzeyini ifade eder. Kuantum fiziğinin alanında atom altı parçacıklar sadece enerji düzeyindedirler. Ve bu parçacıklar insan
düşüncesinin yaydığı enerjiyle şekillenebilmekte, tepki verebilmektedir. İşte bu nedenle kendini tarafsız gözle gözlemleyen insanın şekillendirici olabileceğini ifade eder. yani Alan Fred Wolf'a göre "farkında olmak" evrenin gizli anahtarıdır.
"Değişen insan, farkında olmuş insandır. Bu üst düzey bakış açısına varmak için tek tek olaylar hakkında düşünmek yerine, olaylar arasındaki tümel ilişkiye bakmak gerekir. Böylece daha derine inmiş ve merkezden çevreyi izlemiş oluruz. Çevrede(çoklukta-kesrette) sürekli çalkantı, itiş kakış, dalgalanma vardır. Merkez ise(birlkte, vahdette) bütün bu çalkantılardan uzak, sakin ve durağandır."

"Merkezde benliğin istekleri yerine; sessiz bir kabul, bir tevekkül, bir tatmin vardır. Kendi hayatlarını ve içinde yaşadıkları dünyayı etkileyip değiştirmiş olanlar, farkındalıkları yüksek insanlardır." diyor Dr. Wolf.
Mevlana, mesnevi'de şöyle demektedir "Önceden sadece bir inci tanesi vardı. sen, ben yok idik."

Bu durumda "istemek","niyetlenmek" şeklinde tarif edebileceğimiz; zihni ve duyguları tek yöne yönlendirebilme eylemini düşünmemiz gerekiyor. Niyetlenmek, bir tür farkında oluştur diyebiliriz. Ya da sahip olunan enerjinin tek noktada toparlanabilmesi diyebiliriz. Niyetlenebilen ve yeterli bir konsantrasyonla isteyebilmesini başarabilen insan mesaj -ya da enerji diyelim- gönderebiliyor, iyi ya da kötü, istediği şeyle ilgili bir çağırma ya da şekillendirmeyi başlatabiliyor demektir.

Elbette bu bireysel etkiyi düşündüğümüzde, daha genel ve hatta kocaman bir çap içerisinde tüm bu etkilerin nelere yol açabildiğini düşünmemek elde değil. Peki, insan bunu acaba sadece beyinle mi yapabilmekte? yoksa insanı oluşturan tüm atomaltı parçacıkların bütünü ile derecelenen bir enerji mi sözkonusu olan? Peki ya diğer objeler ya da canlılar? Peki ya gezenler?

Astroloji konusuna girmenin pek yeri değil. ancak acaba şu bütünü oluşturan atomlarınız ve atomaltı parçacıklarınız sizce tüm bu enerjiden nasibini almış olabilir mi? siz oluşurken, ana rahminde?

Düşünün; Siz şimdi, tüm bu enerjilerle yoğurulmuş ve sonucunda oluşan madde beden içerisinde -şu anda da maruz kaldığınız bir çok enerji ile bir "istemek"eylemini gerçekleştirebilirsiniz.

Siz, kimsiniz?*

* bir yaratıcıyı kastetmiyorum.